DAVET |
KONAKLAMA |
LİNKLER |
İLETİŞİM |
Türkiye Ekonomi Sempozyumu, Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Derneği öncülüğünde ve Bursa Uludağ Üniversitesi ev sahipliğinde, “Yapısal Dönüşüm ve Yeni Sanayileşme Politikası” teması ile 8-9 Kasım 2024 tarihlerinde Bursa’da gerçekleştirilecektir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında öne çıkan iktisadi anlayış, “piyasa başarısızlıklarının” iktisadi kalkınmanın önünde engel oluşturduğunu ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın bir şekilde görülen bu tuzakların üstesinden gelecek yaklaşımların geliştirilmesini önerdi. Bu doğrultuda, birçok gelişmekte olan ülkede ekonomi politikaları, planlı kalkınmaya dayanan, korumacılığı esas alan, devletin aktif olarak ekonomiye müdahalesini gerektiren, ithal ikameci sanayileşme stratejilerinin uygulanmasına neden oldu. Ancak devletin ekonomiye aktif müdahalesine dayanan bu politika uygulaması, çok geçmeden “hükümet başarısızlıkları” ile sonuçlandı ve bu durum ithal ikameci sanayileşme politikasının pratik ve teorik tutarlılığının sorgulanmasına yol açtı. Bu arayışlar, 1970’li yıllarda, hükümet başarısızlıklarının neden olduğu ekonomik sorunların üstesinden gelebilmek için, ekonomik liberalizasyon politikalarına geçilmesi önerilerinin geliştirilmesine katkıda bulundu.
Makroekonomik istikrarsızlıktan kurtulabilmek için birçok gelişmekte olan ülke, 1970’lerin ortalarından itibaren, ithal ikameci sanayileşme stratejisinden ihracata dayalı sanayileşme stratejisine radikal bir şekilde geçiş yaptı. Ayrıca 1980’lerin ortasında Latin Amerika ülkelerinin karşı karşıya kaldığı borç krizi, IMF’in İstikrar Programları ve Dünya Bankasının Yapısal Uyum Programları tarafından desteklenen ve “Washington Uzlaşısı” olarak bilinen politik ekonomi uygulamalarının yaygınlaşmasına neden oldu. Washington Uzlaşısı, devletin ekonomideki rolünün azalmasını, piyasa güçlerine daha fazla alan açılmasını, kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesini, vergi reformunun yapılmasını, rekabet ortamının oluşturulmasını, yabancı sermayenin hareketliliğinin sağlanmasını ve ticareti engelleyen kısıtların kaldırılarak rekabetçi kur politikalarının uygulanmasını içeriyordu.
Dünya Ticaret Örgütünün uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi, IMF’in finansal piyasaların serbestleştirilmesi, Dünya Bankasının kredilerini piyasa dostu yapısal reformlarla ilişkilendirilmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla planlı ekonomi modelinden piyasa ekonomisine geçişlerin hızlanması, ekonomik (neo-) liberalizmi ve küreselleşme sürecini hızlandırdı. Küreselleşme, üretimin, ticaretin, sermayenin ve bilginin coğrafi dağılımını etkilerken ve yeni üretim merkezlerinin oluşmasını sağlarken, gelir dağılımını küresel olarak ve ülke içinde bozulmasına, ülkeleri dış şoklara açık hale getirdi. Özellikle 1980-90’larda gelişmekte olan ülkelerde görülen ekonomik / finansal krizler, 2000’li yıllardan sonra gelişmiş ülkelerde de görülmeye başlandı. Ayrıca Amerika’da 2008 yılında ortaya çıkan emlak krizinin küresel finansal krize ve ardından küresel durgunluğa neden olması önemli bir kırılma noktası oluşturdu.
2008 küresel finansal krizinin neden olduğu kalıcı durgunluktan çıkış çabaları, Covid-19 Salgınının gündeme getirdiği devlet kapasitesi, ABD-Çin rekabetinin sertleşmesi ve jeopolitik parçalanma riskinin artması devletin ekonomideki rolünün yeniden ele alınmasını gerektirdi. Özellikle küreselleşmenin gelişmiş ülkeleri sanayisizleştirdiğine (de-industrialization) ilişkin bulgu ve algılarla başlayan popülist hareketlenme; ABD’de (ve kısmen AB’de) kurala dayalı liberal dünya düzeninden uzaklaşma ve küreselleşmeden ayrılma (de-globalization), ABD’nin Çin’e bağımlılığının azaltılmasına yönelik ayrışma (de-coupling) ve risksizleştirme (de-risking) tartışmalarını başlattı. Bu sürecin parçası olarak, ABD’de Enflasyona Mücadele ve Çip Kanunu çerçevesinde ileri teknoloji, savunma sanayi ve stratejik bazı sanayi sektörlerine yatırım yapacak firmalara büyük teşviklerin verilmesi uygulaması yürürlüğe girdi. ABD’nin yeniden sanayileşmesi (re-industrialization) için gerekli olduğuna inanılan bu girişimler, ABD’nin sağladığı teşviklerin AB’nin rekabetçiliğini olumsuz etkileyebileceği endişelerini de beraberinde getirdi. İçinde bulunduğumuz uluslararası ekonomi politik ortamında, ABD ve AB’li firmaların Çin’den çıkmalarına ilişkin baskılar her geçen gün artmakta, firmaların ya kendi ülkelerine dönmeleri ya da dost ve müttefik ülkelere yönelmeleri istenmektedir. Uluslararası ticarete ilişkin kısıtların keyfi olarak arttırılması, jeopolitik gelişmelerle ilişkili olarak yaptırımların yaygınlaşması, yeni korumacılık anlayışının yaygınlaşmasına ve kristalize olmasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan iklim değişikliği ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik olarak başlatılan uluslararası girişimlerde somutlaşmaya başlamış ve yeşil dönüşümü önemli ve maliyetli bir girişim olarak gündeme getirmiştir.
Yine küreselleşmenin en önemli dinamiklerinden biri olan teknolojik değişim, yapay zeka ve çip teknolojilerindeki yeni gelişmeler, verimlilik, rekabet, istihdam ve büyüme gibi birçok kanaldan gerçekleşmesi öngörülen radikal değişimler aracılığıyla, bilişim sektörünü yeni bir seviyeye taşımaktadır.
Gelişmiş ülkelerin ekonomi politikaları uygulamalarından kaynaklanan endişelerini bertaraf etmek için başlattıkları yeniden sanayileşme /yeni sanayileşme politikaları tartışmaları ve girişimleri tarihsel olarak bir kırılma noktasında olduğumuza işaret etmektedir. Devletin ekonomideki rolünün yeniden gündeme geldiği bu dönüm noktası, ekonomi teorilerinde ve politikalarında değişimi de beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Böylesi önemli ve tarihi bir dönüm noktasında, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme politikalarının gözden geçirilmesini gerektirdiği açıktır.
Bütün bu gelişmeler ve tartışmalar, “Yapısal Dönüşüm ve Yeni Sanayileşme Politikası” temasının zamanlamasının önemini ortaya koymaktadır. Nitekim, uluslararası uygulamalara paralel olarak, Türkiye’de iktisadi kalkınma 1960-80 arasında planlı kalkınmaya dayalı bir anlayışla gerçekleştirilmeye çalışılmış, “ağır sanayi hamleleri” siyasetin en tartışmalı konusunu oluşturmuş ve 24 Ocak 1980 Kararlarıyla da radikal bir şekilde ithal ikameci sanayileşme stratejisinden dışa açık, ihracata dayalı ekonomi modeline geçiş yapılmış ve özel sektör öncülüğünde bir sanayileşme tercih edilmiştir.
Türkiye’de makroekonomik istikrar tam anlamıyla sağlanmadan başlayan ekonomik liberalizasyon ve birbiri ardına kurulan koalisyonların neden olduğu politik istikrarasızlık, küçüklü büyüklü birçok krizlerin yaşanmasına ve dolayısıyla 1990’lı yılların kaybedilmesine neden olmuştur. 2001 krizinden sonra mali disiplin ve başta finansal sektör ve sosyal güvenlik sistemi alanında gerçekleştirilen yapısal reformlar, krizden krize savrulan Türkiye ekonomisini büyük ölçüde istikrara kavuşturmuştur. Ancak sağlanan ekonomik ve politik istikrara rağmen, katma değeri yüksek, bilgi yoğun ve ileri teknoloji içeren mal ve hizmet üreterek Avrasya’nın üretim üssüne dönüşme hedefi, büyük ölçüde uluslararası ekonomik ve politik kuşatmanın engellemesiyle karşılaşmıştır. Böylesi kritik bir dönemde savunma sanayinde yakalanan ivme hariç, uluslararası piyasaların ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin üretilmesine yönelik üretim ekonomisine dönüşüm hususunda hedeflenen noktaya tam anlamıyla ulaşıldığını söylemek güçtür.
Kurala dayalı uluslararası ticaretin sorgulandığı, yeni ve keyfi korumacılık eğilimlerinin arttığı ve yeniden sanayileşme tartışmalarının yapıldığı bir dönemde; Türkiye, iç talebe dayalı büyümenin sınırlarını daha fazla zorlamak yerine, ihracata yönelik olarak yapısal dönüşümü ve yeniden sanayileşmeyi gündemine almak ve süreci destekleyecek kurumsal mekanizmaları ve inovasyon politikalarını hızla oluşturmak ve/veya gözden geçirmek durumundadır.
Yapısal dönüşüm ve yeni sanayileşme politikası konusunda, ekonomik teoriler ve politikalar, küresel ekonomik gelişmeler, başarılı sanayileşme örnekleri, güncel meydan okumalar ve devletin değişen rolüne ilişkin teorik ve pratik bilgisi ile birikimi olan akademisyenleri, kamu kurumlarındaki uzmanları ve sektör temsilcilerini “Yapısal Dönüşüm ve Yeni Sanayileşme Politikası” ana temalı Türkiye Ekonomi Sempozyumu adlı bilimsel etkinliğimize sunum yaparak ve/veya birikimlerini tartışmalarda paylaşarak katkıda bulunmaya davet ediyoruz.
|
|
|